- Katılım
- 30 Kas 2014
- Mesajlar
- 4,677
- Tepkime puanı
- 20,176
- Yaş
- 47
- Konum
- Wallingford / İngiltere
- İlgi Alanı
- Uçak
Haftanın ilk iş günü, ortam yoğunlaşıp toplantılara vs çağırılmadan önce araya sıkıştırıvereyim hikayenin özetini...
1943 yılının aralık ayının sonunda Bremen'e FW190 fabrikalarını bombalama görevine giden Amerikan bombardıman grubuna ait bir B-17 uçaksavar ateşiyle isabet alıp iki motorundan hasara uğruyor, haliyle yavaşlamak zorunda kalıp ana gruptan kopuyor, sürüden ayrılanı kurt kapar misali, tek başına kalmış bu uçak 10 dk boyunca alman 109 ve 190larının hedefi haline geliyor ve iyice hasar görüyor, ekibinde de neredeyse herkes bir şekilde yaralanıyor, kuyruk makinalı tüfeğini kullanan ise hayatını kaybediyor. Sadece 1 motoru tamamen çalışır halde, diğer bir tanesi ise yarı güçte çalışır halde olmasına, kuyruğun yarısı tamamen kopmasına rağmen uçak mucizevi bir şekilde havada kalmaya devam ediyor ve pilot da geri İngiltereye doğru kaçmaya çalışıyor. İçerde yaşanan kaos ve trajedinin detaylarına girmeyeceğim, ama şunu söyleyeyim, makinalı tüfeklerin büyük bir kısmı çalışmıyor (tamamen savuınmasızlık hissini hayal edin) zaten tüm ekip öyle veya böyle yaralanmış halde ve uçaktaki ilk yardım kitindeki morfin şişeleri de soğuk hava ve sistemlerden kaynaklı arızalar nedeniyle donmuş durumda, kullanılamıyor... siz gerisini hayal edin... Ha buarada, eklemeyi unuttum, bu tüm ekibin ilk görev uçuşu bir de...
Pilot (Charlie Brown) yaralı uçağını olabildiğince alçaktan İngiltereye doğru uçurmaya çalışırken bir Alman avcı üssünün üzerinden geçiyorlar. O sırada üste yerde n Alman Avcı pilotu Franz Stigler, ki kendisi 27 zaferi olan bir "as" pilot , uçağına yakıt ikmali yapıyor, ve B-17 yi farkedince hemen uçağına atlayıp yakalayıp düşürmek için kalkıyor. Zaten yavaş uçan bombardıman uçağını yakalaması fazla uzun sürmüyor, arkadan saldırmaya karar verip uygun posizyona geçip yaklaşıyor. Tam tetiği çekecekken bir şeylerin ters olduğunu farkediyor, çünkü ona ateş eden hiçkimse yok! o da ateş etmekten vazgeçip biraz daha yaklaşıyor ve yakından bakınca uçağın durumunun ne kadar kötü olduğunu anlıyor. Kendi sözleriyle "o durumdaki uçağın içerisinde pek çok yaralı adamın olacağını hemen anlıyorsunuz, bu insanlara ateş edemezdim, paraşütteki bir pilota ateş etmekten farksız olurud, yapamazdım" diyor.
Hemen araya bilgi sıkıştırayım, avcı uçaklarının pilotları için (en azından büyük çoğunluğu diyelim), düşman uçağından atlayan pilotun yada ekibin bir üyesinin, paraşütle yere doğru inerken havada vurulması kabul edilemeyecek birşeydir. O adam bir nevi teslim olmuş, artık savaşamayacak hale gelmiştir. Pek çok filo komutanı bu konuda altındaki pilotlara çok sert talimatlar verirmiş, Stigler de kendi komutanının Kuzey afrikada cephesindeyken söylediği sözleri hatırlatıyor röportajın bir yerinde: "Eğer herhangi birinizin paraşütle atlamış bir düşman pilotuna ateş ettiğini duyarsam çeker silahımı ben o ateş edeni vururum!"
Savaşın sonlarına doğru Hitler'in ve Hava Kuvvetleri komutanı olan Göring'in "paraşütle atlayan düşman pilotlarının da vurulması" yönünde bir emir verdiğine dair bir rivayet var ama bu emir Avcı Kuvvetlerinin komutanları tarafından, tabiki gayrı resmi olarak, rededlip aksine tam tersi pilotlara emredilmiş... Tabiki yine de ilk emri uygulayan pilotlar da olmamış değil. Aynı zamanlarda Amerikalıların da benzer bir emir yayınlayarak paraşütteki pilotları vurun dendiği ve büyük çoğunluk karşı çıksa veya uygulamasa da bu emri takip edenlerin olduğu da bilinmekte...
Neyse biz hikayeye dönelim,
Alman pilot B-17yi düşürmekten vaz geçip tam tersine korumaya karar veriyor. Önce onları en yakın meydana yada tarafsız topraklara inmeye ikna etmeye çalışıyor ama pek de etkin bir şekilde iletişim kuramıyorlar ve amerikalılar durumu anlamıyor. Alman da bakıyor başka çare yok, en azından sınıra kadar onların yanında kalarak uçaksavar ve diğer alman avcı uçaklarının ateşine karşı onlara eskortluk yapıp koruma sağlıyor (O zamanda Almanların ellerinde Amerikan B-17 uçakları vardı ve çeşitli amaçlarla kullanılıyordu, o yüzden hem uçaksavar ekipleri hem de avcı pilotları yanında alman uçağı olan ama yabancı milleiyet işareti taşıyan uçaklara ateş açmamaları konusunda bilgilendiriliyordu). Olaya Stigler'in tarafından bakarsak bu çift taraflı çok riskli bir karar, herşeyden önce bombardıman uçağının o kadar yakınında uçarken, uçaktan açılacak bir ateşle anında öldürülebilir, sonuçta onlar da düşman, ne yapacaklarını kestirmek çok da kolay olmaz. Öte yandan, ne yaptığı anlaşılırsa da kendi ülkesinin ona idam cezası vereceği de su götürmez bir gerçek... Ama yine de sınıra kadar uçağa eskortluk yapıp sonra geri dönüyor (tabii ki kimseye anlatamıyor ne yaptığını)
Öte yanda, b-17 ise zar zor İngiltere'ye ulaşıp güvenle iniş yapabiliyor. Yaralılar hemen hastaneye taşınıyor, ve inanılmaz bir şekilde, içlerinde ağır yaralı olanlar olmasına rağmen, hepsi de hayatta kalıyorlar. Pilot standart olan sorgulama sırasında başlarına gelenleri anlatıyor ve üstleri tarafından bu olayı başka hiçkimseye anlatmamaları konusunda sıkı sıkıya tembihleniyorlar (Savaşın ortasında düşmanın bu tür bir "centilmenlik" yaptığını diğer askerlerin bilmesinin savaşma isteğinde azalmaya neden olacağını düşünüyorlar) Tabi bu olayın gizli kalması muhakkak ki en çok Stigler'in işine yarıyor olsa gerek...
Velhasıl savaş malum bir buçuk yıl daha devam ediyor, B-17 nin pilotu Charlie Brown 25 görevlik turunu tamamlayıp Amerikaya dönüyor, Hava kuvvetlerinde çalışmaya devam ediyor ve 1965'te emekli oluyor. Stigler de savaşa devam ediyor hatta savaşın sonlarına doğru Me-262 filosunda dahi görev alıyor ve hayatta kalmayı da başarıyor. Savaştan sonra da 1953 yılında Kanada'ya yerleşiyor.
Charlie Brown, 1986 yılından itibaren bu olaydaki alman pilotu bulmayı kafaya takıyor ve araştırmalara başlıyor, hem hava kuvvetlerinin arşivlerini hem ingilteredeki arşivleri araştırıp duruyor tam 4 yıl boyunca. (Öte yanda Stigler de hayatı boyunca o B-17'ye ne olduğunu, sağ salim dönüp dönmediklerini merak ediyor.) Ve bir gün Charlie Brown konu ile ilgili olarak gazeteye bir ilan veriyor, ve bu ilan bir şekilde Stigler'in eline geçiyor, hemen telefona sarılıp adamı arıyor "o bendim" diye. Bu şekilde 1990 yılında ikilinin yolları tekrar kesişmiş oluyor. Yukarıdaki video da bu ikilinin 1990 yılında ilk kez görüştükleri ana ait video. Sonrasında 2008 yılına kadar arkadaş kalıp birlikte pek çok etkinliğe katılıyorlar. Birkaç ay arayla da hayatlarını kaybediyorlar.
Hikayenin çok kısa özeti bu işte, tabi işin psikolojik tarafında çok daha fazla detay ve veri var derinlerde, tüm hikayeyi okumak o açıdan da önemli, zaten kitabı da sipariş ettim bakalım ne zaman gelecek.
Hikaye etkileyici olmakla birlikte aslında özünde türünün tek örneği de değil, tarih boyunca cephede savaşan askerlerin karşılıklı olarak yakınlaşması, kendi hayatını riske ederek düşmanına yardım etmesi örnekleri var bir sürü, bizim de kendi yakın tarihimizde pek çok meşhur hikaye var, özellikle Çanakkale kara savaşlarında, siperlerin birbirlerine iyice yaklaştığı zamanlarda karşılıklı olarak Türk ve Anzak askerlerinin yakınlaşması, yardımlaşması, birbirleriyle su ve yiycecek paylaşmaları. Hatta ve hatta ateş altındayken bile arada kalmış yaralı düşman askerlerini kendi siperlerine taşımak için kendi canını hiçe sayan askerlerin hikayelerini biliyoruz... Her ne kadar sonradan üzerine çok fazla tartışma olsa da (kimin söylediğine dair) Atatürk'ün şehit düşmüş Anzak askerleri ve onların anneleri için söylediği sözler de bu "şovalye ruhu"nun en güzel örnekleridir...
Savaşmakla canavarlaşmak arasındaki ayırımı koruyabilen, o zor koşullarda bile insanlığını kaybetmemeyi başarabilen tüm kahramanlara saygılarımla...
1943 yılının aralık ayının sonunda Bremen'e FW190 fabrikalarını bombalama görevine giden Amerikan bombardıman grubuna ait bir B-17 uçaksavar ateşiyle isabet alıp iki motorundan hasara uğruyor, haliyle yavaşlamak zorunda kalıp ana gruptan kopuyor, sürüden ayrılanı kurt kapar misali, tek başına kalmış bu uçak 10 dk boyunca alman 109 ve 190larının hedefi haline geliyor ve iyice hasar görüyor, ekibinde de neredeyse herkes bir şekilde yaralanıyor, kuyruk makinalı tüfeğini kullanan ise hayatını kaybediyor. Sadece 1 motoru tamamen çalışır halde, diğer bir tanesi ise yarı güçte çalışır halde olmasına, kuyruğun yarısı tamamen kopmasına rağmen uçak mucizevi bir şekilde havada kalmaya devam ediyor ve pilot da geri İngiltereye doğru kaçmaya çalışıyor. İçerde yaşanan kaos ve trajedinin detaylarına girmeyeceğim, ama şunu söyleyeyim, makinalı tüfeklerin büyük bir kısmı çalışmıyor (tamamen savuınmasızlık hissini hayal edin) zaten tüm ekip öyle veya böyle yaralanmış halde ve uçaktaki ilk yardım kitindeki morfin şişeleri de soğuk hava ve sistemlerden kaynaklı arızalar nedeniyle donmuş durumda, kullanılamıyor... siz gerisini hayal edin... Ha buarada, eklemeyi unuttum, bu tüm ekibin ilk görev uçuşu bir de...
Pilot (Charlie Brown) yaralı uçağını olabildiğince alçaktan İngiltereye doğru uçurmaya çalışırken bir Alman avcı üssünün üzerinden geçiyorlar. O sırada üste yerde n Alman Avcı pilotu Franz Stigler, ki kendisi 27 zaferi olan bir "as" pilot , uçağına yakıt ikmali yapıyor, ve B-17 yi farkedince hemen uçağına atlayıp yakalayıp düşürmek için kalkıyor. Zaten yavaş uçan bombardıman uçağını yakalaması fazla uzun sürmüyor, arkadan saldırmaya karar verip uygun posizyona geçip yaklaşıyor. Tam tetiği çekecekken bir şeylerin ters olduğunu farkediyor, çünkü ona ateş eden hiçkimse yok! o da ateş etmekten vazgeçip biraz daha yaklaşıyor ve yakından bakınca uçağın durumunun ne kadar kötü olduğunu anlıyor. Kendi sözleriyle "o durumdaki uçağın içerisinde pek çok yaralı adamın olacağını hemen anlıyorsunuz, bu insanlara ateş edemezdim, paraşütteki bir pilota ateş etmekten farksız olurud, yapamazdım" diyor.
Hemen araya bilgi sıkıştırayım, avcı uçaklarının pilotları için (en azından büyük çoğunluğu diyelim), düşman uçağından atlayan pilotun yada ekibin bir üyesinin, paraşütle yere doğru inerken havada vurulması kabul edilemeyecek birşeydir. O adam bir nevi teslim olmuş, artık savaşamayacak hale gelmiştir. Pek çok filo komutanı bu konuda altındaki pilotlara çok sert talimatlar verirmiş, Stigler de kendi komutanının Kuzey afrikada cephesindeyken söylediği sözleri hatırlatıyor röportajın bir yerinde: "Eğer herhangi birinizin paraşütle atlamış bir düşman pilotuna ateş ettiğini duyarsam çeker silahımı ben o ateş edeni vururum!"
Savaşın sonlarına doğru Hitler'in ve Hava Kuvvetleri komutanı olan Göring'in "paraşütle atlayan düşman pilotlarının da vurulması" yönünde bir emir verdiğine dair bir rivayet var ama bu emir Avcı Kuvvetlerinin komutanları tarafından, tabiki gayrı resmi olarak, rededlip aksine tam tersi pilotlara emredilmiş... Tabiki yine de ilk emri uygulayan pilotlar da olmamış değil. Aynı zamanlarda Amerikalıların da benzer bir emir yayınlayarak paraşütteki pilotları vurun dendiği ve büyük çoğunluk karşı çıksa veya uygulamasa da bu emri takip edenlerin olduğu da bilinmekte...
Neyse biz hikayeye dönelim,
Alman pilot B-17yi düşürmekten vaz geçip tam tersine korumaya karar veriyor. Önce onları en yakın meydana yada tarafsız topraklara inmeye ikna etmeye çalışıyor ama pek de etkin bir şekilde iletişim kuramıyorlar ve amerikalılar durumu anlamıyor. Alman da bakıyor başka çare yok, en azından sınıra kadar onların yanında kalarak uçaksavar ve diğer alman avcı uçaklarının ateşine karşı onlara eskortluk yapıp koruma sağlıyor (O zamanda Almanların ellerinde Amerikan B-17 uçakları vardı ve çeşitli amaçlarla kullanılıyordu, o yüzden hem uçaksavar ekipleri hem de avcı pilotları yanında alman uçağı olan ama yabancı milleiyet işareti taşıyan uçaklara ateş açmamaları konusunda bilgilendiriliyordu). Olaya Stigler'in tarafından bakarsak bu çift taraflı çok riskli bir karar, herşeyden önce bombardıman uçağının o kadar yakınında uçarken, uçaktan açılacak bir ateşle anında öldürülebilir, sonuçta onlar da düşman, ne yapacaklarını kestirmek çok da kolay olmaz. Öte yandan, ne yaptığı anlaşılırsa da kendi ülkesinin ona idam cezası vereceği de su götürmez bir gerçek... Ama yine de sınıra kadar uçağa eskortluk yapıp sonra geri dönüyor (tabii ki kimseye anlatamıyor ne yaptığını)
Öte yanda, b-17 ise zar zor İngiltere'ye ulaşıp güvenle iniş yapabiliyor. Yaralılar hemen hastaneye taşınıyor, ve inanılmaz bir şekilde, içlerinde ağır yaralı olanlar olmasına rağmen, hepsi de hayatta kalıyorlar. Pilot standart olan sorgulama sırasında başlarına gelenleri anlatıyor ve üstleri tarafından bu olayı başka hiçkimseye anlatmamaları konusunda sıkı sıkıya tembihleniyorlar (Savaşın ortasında düşmanın bu tür bir "centilmenlik" yaptığını diğer askerlerin bilmesinin savaşma isteğinde azalmaya neden olacağını düşünüyorlar) Tabi bu olayın gizli kalması muhakkak ki en çok Stigler'in işine yarıyor olsa gerek...
Velhasıl savaş malum bir buçuk yıl daha devam ediyor, B-17 nin pilotu Charlie Brown 25 görevlik turunu tamamlayıp Amerikaya dönüyor, Hava kuvvetlerinde çalışmaya devam ediyor ve 1965'te emekli oluyor. Stigler de savaşa devam ediyor hatta savaşın sonlarına doğru Me-262 filosunda dahi görev alıyor ve hayatta kalmayı da başarıyor. Savaştan sonra da 1953 yılında Kanada'ya yerleşiyor.
Charlie Brown, 1986 yılından itibaren bu olaydaki alman pilotu bulmayı kafaya takıyor ve araştırmalara başlıyor, hem hava kuvvetlerinin arşivlerini hem ingilteredeki arşivleri araştırıp duruyor tam 4 yıl boyunca. (Öte yanda Stigler de hayatı boyunca o B-17'ye ne olduğunu, sağ salim dönüp dönmediklerini merak ediyor.) Ve bir gün Charlie Brown konu ile ilgili olarak gazeteye bir ilan veriyor, ve bu ilan bir şekilde Stigler'in eline geçiyor, hemen telefona sarılıp adamı arıyor "o bendim" diye. Bu şekilde 1990 yılında ikilinin yolları tekrar kesişmiş oluyor. Yukarıdaki video da bu ikilinin 1990 yılında ilk kez görüştükleri ana ait video. Sonrasında 2008 yılına kadar arkadaş kalıp birlikte pek çok etkinliğe katılıyorlar. Birkaç ay arayla da hayatlarını kaybediyorlar.
Hikayenin çok kısa özeti bu işte, tabi işin psikolojik tarafında çok daha fazla detay ve veri var derinlerde, tüm hikayeyi okumak o açıdan da önemli, zaten kitabı da sipariş ettim bakalım ne zaman gelecek.
Hikaye etkileyici olmakla birlikte aslında özünde türünün tek örneği de değil, tarih boyunca cephede savaşan askerlerin karşılıklı olarak yakınlaşması, kendi hayatını riske ederek düşmanına yardım etmesi örnekleri var bir sürü, bizim de kendi yakın tarihimizde pek çok meşhur hikaye var, özellikle Çanakkale kara savaşlarında, siperlerin birbirlerine iyice yaklaştığı zamanlarda karşılıklı olarak Türk ve Anzak askerlerinin yakınlaşması, yardımlaşması, birbirleriyle su ve yiycecek paylaşmaları. Hatta ve hatta ateş altındayken bile arada kalmış yaralı düşman askerlerini kendi siperlerine taşımak için kendi canını hiçe sayan askerlerin hikayelerini biliyoruz... Her ne kadar sonradan üzerine çok fazla tartışma olsa da (kimin söylediğine dair) Atatürk'ün şehit düşmüş Anzak askerleri ve onların anneleri için söylediği sözler de bu "şovalye ruhu"nun en güzel örnekleridir...
Savaşmakla canavarlaşmak arasındaki ayırımı koruyabilen, o zor koşullarda bile insanlığını kaybetmemeyi başarabilen tüm kahramanlara saygılarımla...